DEĞİRMENDÜZÜ
Kaynak;
http://www.mavielmas.gen.tr
Şu sıralar biraz sessiz kaldım. Yeni keşiflerle meşgulum. Ne güzel yerler var bu memlekette şaşıyorum. Bir de yoğun bir dönem; sıcaklarla başladı sıcak sevmeyen ben de ne yapsın boğuşuyorum. O yüzden az biraz serinleyelim istedim. Biraz uzaklaşalım Akdeniz’den ve Ege’den. Daha kuzeye daha batıya gidelim... Saroz körfezine. Az biraz uzaklara kayalım ama yine bir köy olsun gideceğimiz yer. Dağların eteklerinde farklı bir mekana... Bilen var mı bilmiyorum bu köyü Değirmendüzü Köyünü.

Aslında buraya en son geçen yıl gitmiştim. Hatta Çanakkale’de yaşadığım zaman boyunca 5-6 kere gittim. Önceki yılın fotoğrafları göstereceğim sizlere. Geçen gün evde konusu olupta yad edince orayı aklıma düştü. Belki son zamanlarda hep deniz hep yeşillik yayınlamaktan sıkıldım... Bilmiyorum... Ya da Çanakkale özlemim depreşti yine.


Köyleri severim ben bilirsiniz. Ne kadar sevsemde uzun süre yaşayamamam orası ayrı. Şehir insanıyız sonuçta. Ama birkaç günlük bir kaçamak gri binalardan, iş ev koşturmasından, büyük marketlerden, kalabalık alışveriş merkezlerinden kurtulup daha doğal, toprağa ayağımın bastığı, biraz sessizlik, trafik gürültüsü korna sesi yerine cırcır böcekleri, balkona çıkıp seyrettiğim evlerin pencerelerindeki ışıklar yerine köy evinin kapısının önünde taşa oturup yıldızlar altında çekirdek çıtlatmak iyi geliyor bana.


Burası bir Pomak köyü demek daha iyi olacak sanırım. Çoğu Selanik göçmeni. 1924 yılında Yunanistan ile yapılan mübadele sonucu Selanik ilinin Veroino köyünden topluca gelmişler. Bir kısmı Karamürsel Yalakdere’ye yerleşirken bir kısmı da buraya gelmişler. Kadınların çoğu Pomakça dedikleri dili konuşuyor. Bu dil biraz Makedonca ve Bulgarca’ya yakın. Hatta ben yanlarındayken zorluyorlar kendilerini Türkçe konuşmaya. Türkçe başlayıp Pomakça bitiriyorlar cümlelerini =)) O kadar alışmışlar yani. Erkekler ise genelde Pomakça değil Türkçe konuşuyorlar kendi aralarında. Bu arada birkaç kelime bende kaptım yani.


Kaksi-nasılsın, zravi-iyiyim/sağlıklıyım, Lep-ekmek, kavun-pipon, karpuz-libinitsi, ya de-ye, nasıl-kak. Hatta konuşmayı beceremesem de gide gele, sora sora konuşulanı çat pat anlıyorum. Mevzu bahis bensem hele radar gibi dinliyorum =)))


Ceren’e gerçek köy yaşamını burada yaşattığıma inanıyorum. Ağılların, ahırların, kümeslerin içinde süt sağımını seyretti, koyun otlatmayı, tavukları yemlemeyi hatta öyleki tazecik köy yumurtasını kendi elleriyle topladı kaç defa. Köy yumurtasını o kadar çok sevdi ki fazla yemiş alerji oldu bir keresinde. Yoğurt kesiğinden yapılmış peynire hastayım. Kendi yaptıkları yoğurdu ateşte pişirip kestiriyorlar süzdürüp bizim bildiğimiz lor peyniri oluyor ama tazecik. Şimdi süt alıp kendim yapıyorum evde. Üzerine yağda kızmış toz kırmızı biber ve çiprika dedikleri bizim kekiğin bir benzerinden döküp ekmeği ban ban ye. Ekmekde kulaçe dedikleri nohutlu ekmek olacak şöyle sabah erkenden kalkıp pişirilmiş.


Evlerin çoğu eski Rum evleri. Yeni evlenenler yeni ev yaptırıyorlar. Bayramlarda her evin sofrasında genelde aynı yemek oluyor. Mışıngada tepside pişirdikleri tavuklu pilav, süt böreği ve kulaçe. Süt böreği yufka ile yapılmıyor. Benim kaymaçina diye bildiğim tatlının şekersizi. En az 5-7 yumurta süt içine kırılıyor iyice karıştırılıyor ve fırına veriliyor. Katılaşınca çıkıyor fırından. Doğrusu kaç kere denk geldiysem yiyemedim. Tatsız tuzsuz yumuşacık bir şey. Ama onlar yenilsin yenilmesin her bayramda mutlaka pişiriyorlar. Sadece son gidişimde bir iki kaşık yiyebildim. Sanırım zamanla damak zevki alışıyor.
Anlattıkça anlatasım geliyor aklıma anılar üşüşüyor. Yine Değirmendüzüne gittiğim bir zamandı. Konuk olduğumuz evin iki genç kızı var. Rum evi tarzı alt katta büyük mutfakta oturuyor çayla birlikte taze ay çekirdeği çitliyoruz. Diğerleri yukarıda sofa dedikleri odada oturuyorlar. Eski mutfakları seviyorum ayrı bir havası oluyor neredeyse 1 mt. kalınlığındaki pencere eşikleri ise bambaşka. Akşam karanlığı basmış. Köyün adetleri hakkında konuşuyoruz. Tam muhabbetin orta yerinde başımı çevirmemle benden bir çığlık. Ortalık karıştı bir anda. Ben bağırıyorum "Sapık var orada bizi gözetliyor" diye pencereyi gösteriyorum. Gerçektende tatlı tatlı sohbet ederken pencerede bizi seyreden iki koca göz ve karanlık bir surat gördüm. Ödüm patladı. Kızlar beni durdurmaya susturmaya çalışıyor. Ben sakinleşene kadar epey bir zaman geçti. Kızlardan birine bakan çocuklardan biriymiş. Onlara hiç anormal gelmedi. Hatta halime baya güldüler. Bana göre böyle gözetleyen seyreden adama sapık denir ona da kız falan verilmez. Hapse atılır ancak. Pencereleri perdeleri kapattırıp anca öyle oturabilmiştim yerime. Yine de ara ara oralarda birileri varmı diye baka baka =))

Yaşlılar genelde yöresel bir kıyafet giyiyorlar. Bu bizim bildiğimiz çarşafa benziyor ama daha kısası. Ben çarşaf dedim ama kabul etmediler ‘Hayır bu Pürgü’ Üstü aynı ama alt eteği diz üstü kısa. Altında şalvar giyiyorlar. Gençler giymiyorlar yaşlılarda kalmış birtek. Bu arada belirteyim süsü püsü, giyimi kuşamı, makyajı takıp takıştırmayı pek seviyorlar. Hele düğünlerinde genç kızları göreceksiniz her biri gece elbiseleri tuvaletler giyiyor.


Bir ara köye gittiğimde bende şalvar istedim. Hep merak ederdim 3 mt. 5 mt. kumaşların içinde ağır gelmiyormu diye. Ya pek rahat bir şey miş bu. Üfür üfür. Benim kot pantalona kırk basar hele yaz sıcaklarında. Tarlaya domates toplamaya da çıkarttılar beni. Hatta bir ara oturup salça yapmayı bile öğrendim. Görecektiniz beni =) Hemen hemen her evin kapısında olan mışıngalarda biber közledik. Böyle közlenince çok lezzetli oluyor bu biber. Dikkatimi çekti, bu pomakların özelliği sanırım acayip biber seviyorlar. Közlenmiş biberle bir salata yapıyorlar hemen her evin speliyetisi. Bir tabakta sarımsağı tuzla dövüyorlar. Üzerine közlenmiş soyulmuş biberi koyuyorlar. Domatesi küçük kücük doğrayıp yağ gezdirip karıştırıyorlar. Bizim kıvırcık salata yerine her sofrada bu oluyor. Arada evde bende yapıyorum.
Şimdilerde böyle köyleri bulmak çok zor. Zamanın yozlaşmasına uğrayıp dillerini, ananelerini kaybetmezler umarım. |